2007'den Bugüne 92,259 Tavsiye, 28,211 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Sorunlarımızın Doğası ve Gündelik Sıkıntılarımızla Mücadele Reçetesi (Sözkonusu İnsansa Algı ve Düşünce Herşeydir)
MAKALE #5442 © Yazan Psk.İzzet GÜLLÜ | Yayın Eylül 2010 | 6,375 Okuyucu
Sorunlarımızın Doğası ve Gündelik Sıkıntılarımızla Mücadele Reçetesi (Sözkonusu insansa algı ve düşünce herşeydir)

İster yılanlar azalınca tarla farelerinin çoğalması şeklinde mikro bir düzeyde, isterse atmosfere salınan karbon miktarının artması sonucu küresel kuraklık tehlikesinin çoğalması örneğinde olduğu gibi makro ölçekte olsun, kainatta gördüğümüz, bildiğimiz yahut karşılaştığımız her şey tam bir denge ve uyum halinde seyreder. Başlangıçta var olan hiç bir denge sırf dengede diye bu durumunu sonsuza dek sürdüremeyebilir. Çünkü fiziki dünyada, sosyal çevrede ya da insan ölçeğinde söz konusu olan her dengede zaman içinde, özellikle iç ve dış etkilere bağlı olarak bir takım bozulmalar söz konusu olabilir. Bu bozulma eğer sel, afet, kuraklık, kasırga gibi görünümlerle daha çok çevre alanında ortaya çıkmışsa adına “çevre felaketi”; insan yaşamında ortaya çıkmışsa buna da “mutsuzluk, stres, hastalık” vs. diyoruz. Bilim insanlarının da ifade ettiği üzere sağlık ve hastalık olguları tamamen bir denge ve denge yitimi meselesidir.

Sözgelimi yeme davranışı (beslenme şekli) ile organizma arasında karşılıklı etkileşime dayanan, bu yapı üzerinde kurulan bir denge söz konusudur. Bir yandan tüketim ürünlerindeki çeşitlilik ve bu çeşitliliğe ulaşımı mümkün kılan imkanlarındaki artış; diğer yandan insanların sağlıklı düşünce işleminde geri kalmaları, ayrıca bu işi mümkün kılacak olan felsefeyi ve psikolojiyi sadece üniversitelerin ilgili bölümlerinde okuyanların işi zannetmeleri ile evvela sağlıklı düşünceden kopmaları, ardından da sağlıklı yaşam algısından uzaklaşmaları sonucunda “araç” ile “amaç” büyük ölçüde karışmaya başladı. Bu karışıklığın yola açtığı puslu ortamda araç kısa sürede amacın önüne geçti, hatta tamamen onun yerini aldı. Böylece yeme eylemi bir beslenme aracı olarak değil de zevk ve tat meselesi, yaşamın en önemli gayelerinden, en büyük haz kaynaklarından birisi olarak algılanır hale gelindi. “Zevk, damak tadı, lezzet, çeşitlilik, imkanlar” gibi harici etkenlerde ve bunlarla ilgili algılarımızdaki bu değişmeler yeme davranışımızda değişimlere, bu da organizma içinde bazı denge bozulmalarına yol açtı. Yemede denge kaybolunca şişmanlık, daha ileriki safhasında ise obezite dediğimiz çağın salgını ortaya çıktı. Çünkü söz konusu insansa algı her şeydir. Ve sağlık, tamamen bir denge bozulması hadisesidir.

Aynı şekilde stres, sıkıntı, mutsuzluk, karamsarlık gibi görünümlerle dışa yansıyan depressif duygular (depresyon hastalığı demek istemiyorum. Çünkü birileri her sıkıntıya nasıl olsa fazlasıyla depresyon diyor artık) adeta patladı. Bunun nedeni doğamızın antidepresan maddelere doğuştan ihtiyaç duyması, anılan madde yaratılışımız esnasında unutulduğu için bir şeylerin daha biz dünyaya gelirken eksik bırakılması değildir kuşkusuz. Asıl neden, günlük yaşam koşullarımızdaki ve onlara ilişkin algılarımızdaki bozulmadır şüphesiz.

“Başarı ve çalışma” gibi sadece yaşama hizmet etmesi gereken en sıradan gayeler vasıta olma vasfını kaybetti, akabinde de yegane amaç haline getirildi. Böyle olunca günlük yaşamın ruhsal dengemizi ayakta tutan olağan akışında şaşmalar ortaya açıktı. Örneğin “eve zaten geç geliyorum” denilerek ya da “hayatın asıl amacı keyif almak” şeklinde düşünülerek televizyon programlarına odaklı bir gündelik yaşam tercih edildi. Buna bağlı olarak ucuzca, kolayca, keyfice yatma saatleriyle oynandı. Böylece uyku için geçerli olan doğal denge bizzat kendi elimizle bozuldu, arkasından gece uykuları kısaldı, kısalınca kalitesi düştü. Haliyle kalitesi düşen bu tarz bir uykunun ruhları besleyici özelliği de yok oldu. Başlangıçta elimize verilen haliyle yetinilen, günlük ve doğru işlerle sürekli beslenmeyen bir ruh uzun süre ayakta kalabilir miydi? Kalamadı haliyle! Ayakta kalamazsa sağlığı üzerinde taşıyabilir miydi? Bu da mümkün olmadı doğal olarak!

Yine ne idüğü belirsiz telkinlerle ve afaki bir takım çabalarla “iş, çalışma ve başarı” odaklı bir yöne evrilen gündelik yaşam akışımız insan olmanın en tabii ihtiyaçlarını karşılamamızı engeller bir hale getirildi. Sözgelimi rahatlık zorunluluğun, konfor ve keyif yapılması gerekenlerin yerini aldı. Evden inerken asansör, inince kapıdaki arabamız karşılar oldu bizi. Böylece yeteri kadar yürüme ve egzersiz imkansız bir hal aldı. Yine “başarı, başarı” diye diye haddinden fazla gerildi ruhlar, tek bir noktaya kilitlendi tüm çaba ve gayretler, orası tüketti bütün yaşam enerjimizi tek başına. Tıpkı bir babanın tüm mirasını hayırsız tek bir evladının yemesi, bitirmesi gibi. Belki bunlar hoşumuza gitti. Ya da doğrusu bu zannettik. Yahut rahatımıza hitap etti. “Rahatlık her şey” denildi çünkü. Öğle öğretildi bize. Hayat tercihlerimizden ibarettir oysa. Sağlığımızı verdik, karşılığında rahatı, konforu, keyfi, zevki aldık böylece. Peki iyi mi oldu, mutlu muyuz şimdi? Acı ama gerçek, fena halde çuvalladık galiba!

Ne diyordum, pardon, konuyu anlatıyordum. Devam edelim o halde. Ne bozulmadı ki o da bozulmasın! Düşüncelerimizin de dengesi bozuldu aynı şekilde. Ardından da psikolojik sağlığımız... Ona bağlı olarak da beden sağlığımız tabi ki. Çünkü yeme şekli ile organizma arasındakine benzer bir ilişki vardır, düşünce şeklimizle psikolojik sağlığımız arasında. Evet, düşüncemizdeki denge kayboldu evvela. Diğer bir deyimle “adaletsizce” düşünmeye başladık. Hayatımızda en az “elli” çeşit artı varken, bunlardan sadece biri, en fazla ikisi negatifken, üstelik de bunlar ömür boyu değil sadece geçici bir dönem için söz konusu iken sahip olduğumuz onca şeyi ittik bir kenara, hepsini yok farz ettik. Üstelik de bu bir - iki şeyi çıkardık, hayatımızın en merkezine, tam da orta yerine koyduk. Sonra da Galata Mevlevileri misali gece gündüz bu bir - iki sorunumuzun etrafında dönmeye başladık. Çok dönersen, başın döner. Başı dönen her şeyi ters görür. Derken ruhumuzun başı döndü! Ruhumuzun başı dönünce de sanki bir - kaç basit parçamızdan ibaret olan sorunlarımız bizim her şeyimizmiş, bizi oluşturan bütünün tamamıymış gibi görmeye başladık. Yani hiç de adil olmadık ne kendimize ne de yaşadığımız şeylere. Adaletsiz her uygulamadan fahiş sonuçların çıkması misali abartılı duygular çıkardı haliyle, düşünce sürecimizdeki adaletsizlikler, keyfi uygulamalar, denge yitimleri.

Mesela yaşadıklarımızı öyle dramatize ettik, öyle abarttık ki “son günlerde şöyleyim, üstelik de sık sık ağlıyorum” dedik mesela. Bunu yalnızken kendi kendimize, bir ortamdayken de başkalarına sık sık dile getirdik. Yağmur yağınca her yerin çamur olması misali dış dünyada başımıza gelenlerin iç dünyamızdaki doğal payı / sonuçları olan ve gayet insani durumlar olan bir takım yaşantı biçimlerine karşı adaletsizce, ölçüsüzce, abartılı olarak yaklaştık. Yangına körükle gittik, haliyle yangını söndürmek şöyle dursun daha da körükledik bir manada! Ağlamaya yüklediğimiz mana ile, ağlamaya yaklaşım biçimimizle öyle bir mesaj verdik ki beynimize, sanki biz şekeriz, göz yaşı da su ve bizi eritip tüketiverecek! Sanki ağlayınca ya da üzülünce hayatımız donmuş, her şey buzdolabına konmuş, böylece günlük olarak iş yapamaz bir hale gelmişiz gibi! Sanki ağlamak ya da üzülmek hayatımızdaki “49” artıyı tek tek negatife çevirmiş, sahip olduğumuz her şeyi elimizden almış gibi. Sanki ağlayınca gözlerimiz görmez, kalbimiz çalışmaz, aklımız işe yaramaz, ayaklarımız gideceğimiz yere varmaz oluverecekmiş gibi!

Hiç düşünmedik, o güne dek hiç ağlamadık da ne oldu diye! Başımız sanki göğe mi erdi! “Bir süre de ağlayarak yaşayıverelim, ne çıkar” demedik, diyemedik! Ağlamanın tek mahsuru, bir kaç peçeteye mal olmasıdır oysa! (Ağlamayı bu şekilde görerek ağlamanın mahsuru en çok bu kadardır. Öbür türlü ağlamak ise insanı maazallah kanser bile yapabilir. Ağlamadan ağlamaya fark vardır. Bir işi nasıl yaptığımız çok önemlidir çünkü). Ağla, yüzünü sil, yemeğini öyle ye! Ağla, göz yaşını kurut, sonra çık git arkadaşına! Biraz geç kalırsan da özür dileyiver, affediversin! Bundan ya da benzerlerinden daha öte nasıl bir sonucu vardır ki ağlamanın yahut üzülmenin! Yahut gidin en insani duyguları bile hastalık gören ellere, saat saat terapi seansları alın, kutu kutu anksiyete hapları yutun, tercih sizin! Mide de sizin nasılolsa, cüzdan da!

Artık dolmuşum, taşacak bahane mi arıyorum bilinmez, birçok hastamın yaşadıklarını karşımda, adeta gözümün içine baka baka abarttığını görünce içimden kızdığım oluyor bazen. (“Psikolog ve Kızmak! Bu olur mu” demeyin. Bu hala ne kadar duyarlı olduğumu, ne kadar da hastanın derdi ile dertlenebildiğimi, binlerce hasta gördüğüm halde hala duyarsızlaşıp “aman boş ver, hasta mı yok, bana ne, biri gideeeer biri gelir” demediğimi gösterir ki bu iyi bir özelliktir). Çünkü sobada yanan masum, zararsız bir ateşi sırf “ateş = yangın” zannederek kendi eliyle yangına çevirdiğini görür, “Böyle yaparak ateşe körükle giderken, başta sen kendine, yaşadıklarına böylesine adaletsizce yaklaşırken bu şekilde sızlanmaya nasıl hakkın olabilir ki” diye düşünürüm. Sonra aklıma, “İyileşmek, hak etmektir” sözüm gelir. Yapıp ettikleriyle sonucu hak etmeyen biri sırf kuru kuruya gelmiş olmakla nasıl iyileşebilir ki!

“Hocam son zamanlarda içimde bir darlık var, moralim bozuk. Sürekli ağlıyorum” ve dahası.

Buradaki abartıyı görebiliyor musunuz? Ya da bu türden moda şikayetlerin benzerlerini anımsayın!

O halde içindeki darlık ciğerlerini parçalayacakmış gibi, moralin bozulunca kalbinin ve böbreklerinin çalışma sistemi toptan bozulacakmış gibi, iyi bir işi varsa sanki onu bile kaybedecekmişsin gibi, yani hayatındaki her şey bir anda yok olup gidecekmiş gibi, böylece yaşamda kalman mümkün olmayacakmış gibi yapma!

Abartma! Son günlerde en fazla ağlıyorsun, yani gözlerinden birazcık su akıyor. Dondurma değilsin, öyleyse erimezsin, meraketme! Yoo göz yaşın falan da bitmez, göz bezelerin yine üretir, kesinlikle tedirgin de olma. Ha üzerine ek olarak içini sıkıntı kaplamış, ruhuna biraz mutsuzluk ve karamsarlık otu (çörek otu gibi) da eklenmiş, o kadar! Onun dışında her şeyin yine yerli yerinde ve tam. Dün ya da daha önceleri olduğu gibi. Yarın yine olacağı gibi. Sen = bu bir - iki parçadan ibaret değilsin. Bu parçalarını bırak bir kenara, yoluna sahip olduğun 49 parça ile devam et bir süre. Hedefe varmak için geride daha 49 parçan var, hatırla. Tüm bunlar yeter de artar bile. "Yetmez" mi diyorsun. "Durmak" için bir - iki parça yetiyor da "varmak" için tam 49 parça neden yetmesin ki!

"Akacak kan damarda durmaz" derler! Akacaksa bırak aksın. Hem kirli kanı bedende tutmanın bir faydası olmaz, bilakis zararı bile olur. Maazallah kangrene bile dönüşebilir. Bırak yaşantı yoluyla ruhunun kirli duyguları dışarı aksın böylece! Ruhunun kapaklarını tıkamaya kalkma. Hem bilmiyor musun ki doğa yanlış yapmaz. Organizma başına gelen olumsuz olaylara ürettiği olumsuz duygularla uyum göstermeye çalışıyor. Seni harekete geçirerek bu olaylarla başa çıkmaya zorluyor. Sen ise seni uyaran alarm sisteminin zillerini, zil seslerini "kulağımı tırmalıyor" diye yok etmeye çabalıyorsun. Olumsuz olana sırf adı ve görüntüsü “olumsuz” diye karşı çıkıyor, eline kaptığın her şeyle saldırıp duruyorsun. Bilmiyor musun, yaşanacağı var ki yaşanıyor, yaşanacak. O halde rahat ol, bırak yaşansın. (Zaten bırakmasan da yaşanacak. Çünkü tutabilme şansın yok. Bırakırsan rahat ederek yaşarsın; bırakmazsan da "yandım, bittim, tükendim" diyerek, perişan olarak...)

Uzun yaşam sürecinin şu kısacık döneminde bir süre de üzülerek yemek ye, ne olur sanki.

Bir dönem ağlayarak, göz yaşını silerek, en fazla bir kaç peçete bitirerek git komşuna, ne çıkar bundan. Peçete dediğin kaç kuruşluk şeydir ki!

Bir müddet için daralsın, ruhun sıkıslın, öyle uyu, ölmezsin ya. İçindeki daraltı ciğerlerini parçalamaz, seni temin ederim, hiç korkma.

Yok etmek, illaki savaşmak demek değildir. Her zaman koşan, kovalayan yakalamaz. Bazen de duran, oturan sahip olur. Buradaki gerçek, "Gönül kaçanı kovalar" sözünde anlatılan hakikate benzer. Aynı şekilde günlük, hastalık nitelikli olmayan insani sıkıntılarda bu sır geçerlidir. Öyleyse rahat ol, bir süre yokmuş gibi yaşa ki yok olsun! Bu gerçeği başka da kimse demez sana, haberin olsun. Kapitalizm ve onun sadık müritleri gölgesini satamayacakları her ağacı tek tek keser, unutma!

"Söz konusu insansa algı ve düşünce herşeydir" (İ.G.)

Psk. İzzet Güllü
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Sorunlarımızın Doğası ve Gündelik Sıkıntılarımızla Mücadele Reçetesi (Sözkonusu İnsansa Algı ve Düşünce Herşeydir)" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.İzzet GÜLLÜ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.İzzet GÜLLÜ'nün izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     11 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
İzzet GÜLLÜ Fotoğraf
Psk.İzzet GÜLLÜ
Sakarya (Online hizmet de veriyor)
Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi18 kez tavsiye edildiİş Adresi KayıtlıTavsiyeEdiyorum.com'u sıkça ziyaret ediyor.
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.İzzet GÜLLÜ'nün Yazıları
► Aşk Acısı Reçetesi Psk.Gizem HÜNERLİ
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Sorunlarımızın Doğası ve Gündelik Sıkıntılarımızla Mücadele Reçetesi (Sözkonusu İnsansa Algı ve Düşünce Herşeydir)' başlığıyla benzeşen toplam 18 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
◊ Bir Veda Yazısı Haziran 2018
◊ Bu Yazıyı İyi Anla ÇOK OKUNUYOR Haziran 2018
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


12:10
Top