2007'den Bugüne 92,307 Tavsiye, 28,219 Uzman ve 19,976 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Danışanların Gelişimsel Öykülerindeki İlişkisel Mühürlenmelerinin Çift Terapisindeki Yansımaları
MAKALE #19766 © Yazan Psk.Necdet DÖNMEZ | Yayın Ağustos 2018 | 2,139 Okuyucu
DANIŞANLARIN GELİŞİMSEL ÖYKÜLERİNDEKİ İLİŞKİSEL MÜHÜRLENMELERİNİN ÇİFT TERAPİSİNDEKİ YANSIMALARI
Necdet Dönmez
Özet
Her insanın etrafındaki insanlarla bir ilişki kurma şekli vardır ve bu ilişki örüntüsünü belirleyen şey insanın gelişimsel öyküsünde yaşadıklarıyla doğrudan ilintilidir. Çocukluk çağı muhataplarıyla kurulan ilişkilerin oluşturduğu duygusal mühürlenmeler, bireyin hayatının her alanında diğerleriyle kurduğu ilişkinin belirleyicisi olmaktadır. Eğer birey gelişim öyküsünde çocukluk çağı muhataplarıyla kurduğu ilişki içerisinde yerinde ve yeterince bakım almışsa, kendini güvende hissediyorsa, benzer durumlarda benzer duygusal tepkiler almışsa, kendini var etmesine izin verilmişse… ilerleyen yaşam dönemlerinde kuracağı ilişkilerde bu duygularla var olacaktır. Ancak bunun aksinin gerçekleştiği durumlarda, yerinde ve yeterince bakım alamadığında, çelişkili duygusal tepkilerle karşılaştığında, bağımsızlığı desteklenmemişse, tek başına varolması desteklenmemişse…, yine bunun mührü negatif anlamda yetişkinlik hayatında kendini gösterecektir. En çok da duygusal ilişkilerde, partneriyle kurduğu ilişkide kendini gösterecektir. Çünkü bu ilişkilerdeki çatlaklar kişideki olumsuz duyguları çok yoğun bir şekilde harekete geçirmektedir. Genellikle tekrar sahnelenen bu duyguların diğer çiftte onları besleyen bir karşılığı olmaktadır ve çiftler birlikte oluşturdukları olumsuz döngü nedeniyle çift terapisine başvurmaktadırlar. Her ikisi de bireysel öykülerinde öğrendikleri yolu tekrar etmektedirler.


Bu çalışmada, “Bireysel Süreçlerin Çift Terapisindeki Etkileri” konulu panelimiz içinde, danışanların bireysel gelişimsel öykülerindeki ilişkisel mühürlenmelerinin etkilerini analiz etmek amaçlanmaktadır.


Anahtar Kelimeler: Çift Terapisi, Gelişimsel Öykü, İlişki

Giriş
“Çift Terapisi” alanı günümüzde psikoterapinin önemli çalışma alanlarından biridir. Gün geçtikçe modern çağ ile birlikte psikolojik rahatsızlıklar değişkenlik göstermektedir ve çiftlerin ilişkilerinde yaşadıkları problemler de buna paralel olarak değişmektedir. Belki bundan elli yıl önce insanlardan şu cümleyi duymak mümkündü; “Başlangıçta ona ısınamadım ama zaman geçtikçe alıştım, sevdim.” . Ancak günümüzde bu cümleyi duymak pek mümkün olamayabilir. Daha kabullenici, cemaat tip bir yaşantıdan daha bireysel bir toplumsal yapıya doğru evrildiğimizi söylemek pek yanlış olmaz. Artık daha bireysel seçimler söz konusudur ve çiftler kendi ihtiyaçlarını talep etmektedir partnerlerinden. Bunu şekillendiren en önemli unsur da gelişimsel öykülerinde çocukluk çağı muhataplarıyla kurdukları ilişki şekilleridir.


Çiftlerin geçmişten bugüne taşıdıkları öyküleri bağlamında, her bir çift bir diğerinden beklentisi ile birlikte masaya oturuyor. Bu beklentiler hep kendi ihtiyaçlarının giderilmesi ve bir diğerine bu ihtiyaçlarını dayatma ekseninde ilerlediğinde ise ilişki içinden çıkılamaz bir döngünün içine giriyor. İlişkilerde bir başka yıkıcı unsur ise ilişkiyi devam ettirmek uğruna yapılan fedakarlıklar ve verilen tavizler olarak karşımıza çıkıyor. Bu kişinin giderek kendinden uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Gerçek kendiliği en çok tahrip eden şey, ilişki uğruna yapılan fedakarlıklar ve verilen tavizlerdir (Klein, 1995).
İnsanların yaşadıkları bireysel problemlerin ve ilişkisel mühürlenmelerinin partnerleriyle yaşadıkları ilişkilerinde yeniden canlanması dolayısıyla çift terapisine ihtiyaç giderek artmaktadır. Yani tarafların birbirinden beklentisi artıyor. Örneğin “Bir sevgilim olsun beni çok sevsin istiyorum.” diyen birisi “sürekli sevgi alma” beklentisi ile bir ilişki arayışına giriyor. Bu insan neden bir sevgi arayışı içerisinde? Bu sorunun cevabı kişinin gelişimsel öyküsünde saklıdır. Kuvvetle muhtemel kendisine sevgi verme konusunda zorlanan ya da koşullu sevgi veren bir bakım veren ile büyümüştür ve kuracağı ilişkide bu ihtiyacını giderme arayışına girecektir. Ancak beyninin seçeceği partner de büyük olasılıkla çocukluk çağında bakım veren kişiye benzeyecektir; zira bildiği yol o yoldur. Böyle bir ilişkide tarafların hem kendi ihtiyaçlarını karşılama istekleri hem de bu ihtiyacı gidermek için verecekleri tavizler ilişkide yıkıcı bir etki yaratacaktır.
Çiftler yaşadıkları problemlerin bugünle alakalı olduğunu düşünürken hikayeleri derinlemesine incelendiğinde problemlerin kaynağının ebeveynleriyle kurdukları ilişki olduğu ortaya çıkacaktır. Çiftler ilişkilerinde bireysel hikayelerini ve ilişki kurma şekillerini yaşamaya devam etmektedirler.

Gelişimsel Öykü Unsurları


Gelişimsel öykü unsurları, insanın bir diğeriyle ilişki kurma yöntemini şekillendiren en önemli unsurlardır. Bu gelişim yolculuğunda anne en önemli yapı taşıdır. Annenin ruhsal açıdan sağlıklı durumda olması ya da olmaması bu yolculuğun ,tabiri caizse, ne kadar hasarla atlatılacağının en önemli belirleyicisidir. Annenin kendi annesiyle kurduğu ilişki nasıldı? Annenin herhangi bir ruhsal problemi var mıydı? Annenin zihinsel durumu nasıldı? Anne kendi duygularını düzenleme becerisine sahip miydi? Anne ruhsal olarak ayrışmış-bireyleşmiş, kendi ruhsal özgürlüğüne sahip biri miydi? Annenin bebeğin bakımını bir sebepten üstlenemediği bir zaman dilimi olmuş muydu? Bakım veren kişiler sık sık değişir miydi?... Bugün çiftlerden her birinin bu sorularla ilgili gelişim öykülerinde deneyimledikleri yaşantılar, bu yaşantıların hissettirdiği duygular ve beden duyumları partnerleriyle ilişkilerinde kendini var etmeye devam edecektir.
Bir insan yavrusunun hayata tutunabilmek adına bir diğerinin, annenin bakım vermesine muhtaçtır. Bakım vermekten kastımız fiziksel bakımdan ziyade annenin verdiği duygusal bakımdır. Anne bebeğiyle gerçek duygusal bir ilişki kurarak bebeğin psikolojik doğumunun sağlıklı bir yolda ilerlemesine yardım eder. Anne, bebekle eş duyumsal bir şekilde bebeğine eşlik eder ve dünyayı ona getirir. Anne ile bebek arasında olan iletişim zihinlerarası iletişimden daha fazla bir şeydir (A. Schore, 2011). Bir konuşmasında Alan Schore bu süreçle ilgili şöyle bir örnek vermiştir; “Japon araştırmacı Yamakoshi, “Hayatta kalmak için bebeklerin, erken dönemde bakışların farkına varabilmeleri, tanıyabilmeleri önemlidir.” Der. Bebeğin annenin gözlerini takip edebilme yetisi hayatta kalabilmek için çok önemli bir işlev. Çünkü bebeğin anneyi takip eden gözleri annenin dikkatini çeker. Böylece annenin de onu takip etmesi önem kazanır. İnsanlardaki bu bakış algılama olayı otomatik olarak kazanılan bir beceri değildir. Bu yetinin kazanılması uzun süreli yüz yüze bakışmalar ve yüz yüze iletişimlerle oluşur. Anne bebeğin gözlerini, bebek de annenin annenin gözlerini yakalamaya çalışır ve böylece bir iletişim oluşur. Bunun anlamı da yüzleri tanıyabilmenin bebeğin gelişimi için hayati önemde olduğunu gösterir. Bebek beşiğinde sadece nesnelere bakarak gelişemez. Canlı, duygusal bir yüze ihtiyacı vardır ki beyni gelişebilsin.” Bu kanaatimce annenin tüm benliğiyle, gerçekten bebekle birlikte olmasının ne kadar önemli olduğunun bir vesikası gibidir. Annenin sesi, yüzü, ifadeleri ve el kol hareketleri bebeğin ilgisini çeker ve bebek buna bir duygulanımla karşılık verir, adeta bir oyun oynar gibi anneyi taklit eder. Anne gerçekten bebekle orada olur. Böylece bebek başkaları ile birlikte olmayı öğrenir (Schore, 2011). Anne ile bebek arasındaki bu iletişim sağ beyinden sağ beyine, örtük bir şekilde gerçekleşmektedir ağırlıklı olarak. Anne bebeğin duygu düzenleme becerisini kazanmasına olanak sağlar. Anne, bebeğin coşkusuna eşlik eder ve onun yaşadığı negatif duygulanımı azaltmasına ona eşlik ederek, bebekle senkronize olarak yardımcı olur. Buradaki anahtar kavram “duygu düzenleme becerisi” kavramıdır. Bu beceriye sahip olma ya da olmama insanın yetişkinlikte partneriyle kuracağı ilişkilerde de belirleyici olacaktır. Karşısındakinin coşkusuna eşlik edebilme, kendi negatif duygulanımlarını azaltabilme, davranışlarıyla değil sözleriyle kendini ifade edebilme gibi ilişki açısından hayati becerilerdir bunlar.


Nörobiyolojik gelişim ve duygulanım düzenlenmesi ile ilgili anlattıklarımız bebeğin anneye güvenli ya da güvensiz bağlanma gerçekleştirmesinin belirleyicisidir. Bowlby bağlanma teorisinde şöyle der: “Anne-bebek bağlanma iletişimleri en güçlü hisler ve duygular eşliğinde meydana gelir. Bu bağlanma ve iletişimlerin meydana geldiği bağlam; yüz ifadesi, duruş, ses tonu, fizyolojik değişiklikler, hareket temposu ve yeni başlayan eylemden oluşur.” (Schore, 2011). Yüz yüze karşılıklı bakışma, sesin müzikal tonu (prozodi), dokunma, ses tonu gibi faktörlerle anne ile bebek birbirleriyle uyum içerisinde kendilerine ortak bir bağlanma ortamı yaratırlar. Bebeğin de anneyi etkileyip değiştirebilme kapasitesi mevcuttur. Anne ve bebek birbirlerini anlarlar. Bağlanma bağını tek başına anne kurmaz, bebekle birlikte yaratır bağlanma bağını, ortaklaşa yaratılan bir bağdır. Aynı şey çift için de geçerlidir; eğer bir ilişki inşa edilecekse ve bir bağ yaratılacaksa bu çiftin birlikte yaptığı bir şeydir. Aynı şey psikoterapideki terapötik ittifak için de geçerlidir. Terapötik ittifak ortaklaşa yaratılır, her bir hasta ile tekrar nasıl yaratacağımızı öğreniriz (Schore, 2011).


Annenin bebeği kendinden ayrı bir insan olarak görecek ruhsal olgunluk kapasitesine sahip olması veya olmaması da gelişimsel öykü açısından önem arz etmektedir. Fiziksel doğumu gerçekleşen insan yavrusunun önünde artık yeni bir doğum vardır; psikolojik doğum. Psikolojik doğum sürecinde bebeğin bağımsızlık potansiyelini destekleyen bir bakım verenin gelişimsel öyküye olumlu manada çok büyük katkısı olacaktır. Zira insan merak etmeye ve keşfetmeye programlıdır. Bu merak ve keşif duyguları desteklendikçe insanın önünde yeni bir pencere açılır; daha fazla keşfetmek ister, daha fazla merak eder.



Önce kafasını geriye doğru atarak “ben farklıyım” mesajı verir anneye. Sonra hareketlendikçe alıştırmalar yapar anneden birkaç metre uzaklaşarak. Bunu yaparken dönüp annenin gözüne bakar; anne gözleriyle ona “haydi keşfetmeye devam et!” mi demektedir yoksa “sakın uzaklaşma benden!” mi demektedir? Bu alıştırmalarda her defasında dönülen merkez annedir. Bu merak ve keşif duygusu bebek yürümeye başladığında daha da alevlenir. Çünkü artık kendi başına hareket edebilmektedir ve yatay konumdan dikey konuma geçmiştir. Hem bağımsız hareket etmenin hazzını yaşar hem de ayrılmanın acısını deneyimler, hem anne tarafından yatıştırılmak ister hem de bu yardımı kabul etmez. Bu kriz, çocuğun becerileri geliştikçe ve bir şeyler yapmaktan zevk almaya başladıkça aşılır. Son olarak bu kirz aşıldıktan sonraki evrede çocuk artık annenin yokluğuna daha fazla tahammül edebilmektedir, anne olmadığında yerine ikame nesneler koyabilmektedir; çünkü annenin geri döneceğini bilmektedir. Tüm bunların gerçekleşebilmesi annenin kendini ayrı bir birey olarak deneyimleyip deneyimlemediğine doğrudan bağlıdır. Annenin ayrı olmakla ilgili kaygıları varsa, anne çocuğu kendi zihnindeki gibi dizayn etmek istiyorsa çocuğun kendi başına hareket eden, gerçekten kendisi olduğunu hisseden bir insan olmasını beklemek pek olası değildir. Sürekli annenin tahakkümü altında geçirilen bir çocukluk, bir diğerinin gözüne bakarak kendi konumunu ayarlamak, gerçek kendiliğini deneyimleyememek, diğeri olmadan varolamamak, diğerinin onayına muhtaç olmak gibi sonuçlar ortaya çıkarabilir. Dolayısıyla çift olarak yaşayacağı ilişkide de buna benzer şeyler yaşayacaktır ve ilişkide hep diğerine göre kendini konumlandıracaktır.

Sonuç ve Tartışma


Çift terapisine başvuran çiftlerin yaşadıkları problemlerin büyük bölümü çocukluk çağı muhataplarıyla kurdukları ilişkilerin bir yansımasıdır. Öğrendikleri bu ilişkisel döngüyü birbirleriyle tekrar etme eğilimindedirler. Tekrar eden bu döngüyü çifte deneyimletmek ve seanslarda bunu onlara göstermek problemle ilgili farkındalık kazandırmakla birlikte tek başına yeterli olmayabilir. Bu bağlamda çift terapisiyle birlikte çiftlerin her birinin bireysel psikoterapiye yönlendirilmelerinin, daha derinlemesine bir çalışma ve yaşanılan problemlerin çözümlenebilmesi açısından önem arz ettiği düşünülmektedir.

Kaynakça
Allan N. Schore, (2011). Gelişimsel Nörobiyoloji ve Bağlanma Kuramı. Darıca: Psikoterapi Enstitüsü.
Masterson J.F., Klein R. (1995). Disorders of the Self, New Therapeutic Horizons. New York: Brunner/Mazel Inc.
Özakkaş T., Çorak A. (2014). Rölatif Bütüncül Psikoterapide Nesne İlişkileri. Darıca: Psikoterapi Enstitüsü
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Danışanların Gelişimsel Öykülerindeki İlişkisel Mühürlenmelerinin Çift Terapisindeki Yansımaları" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Necdet DÖNMEZ'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Necdet DÖNMEZ'in izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     3 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Yazan Uzman
Necdet DÖNMEZ Fotoğraf
Psk.Necdet DÖNMEZ
İstanbul (Online hizmet de veriyor)
Klinik Psikolog
TavsiyeEdiyorum.com Üyesi41 kez tavsiye edildi
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Necdet DÖNMEZ'in Yazıları
► Emme Refleksi, Anne Sütü ve Ruhsal Yansımaları Psk.Dnş.İbrahim GÜLYAŞAR
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,976 uzman makalesi arasında 'Danışanların Gelişimsel Öykülerindeki İlişkisel Mühürlenmelerinin Çift Terapisindeki Yansımaları' başlığıyla benzeşen toplam 18 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Dini Takıntılar Nisan 2019
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


13:33
Top