2007'den Bugüne 92,260 Tavsiye, 28,210 Uzman ve 19,973 Bilimsel Makale
Site İçi Arama
Yeni Tavsiye Ekleyin!



Ebeveyn Tutumlarının Kişilik Gelişimine Etkisi
MAKALE #17107 © Yazan Psk.Ebrar YENİCE KANIK | Yayın Ağustos 2016 | 8,427 Okuyucu
Ebeveyn tutumlarının kişilik gelişimine etkisi çerçevesinde Sigmund Freud, Carl Gustav Jung, Alfred Adler, Karen Horney, Eric Ericson, Harry Stack Sullivan, Nesne İlişkileri Kuramı ve Bağlanma Kuramı'nın görüşleri özetlenmiştir:

SIGMUND FREUD ( 1856-1939)

Freud,kişilik gelişiminde anne-baba etkisini geliştirdiği Psikoseksüel Gelişim Dönemlerinde ayrıntılarıyla açıklamıştır.

Psikoseksüel Gelişim Dönemler
Freud’a göre yetişkin kişiliğinin temelleri çocukluk yıllarında oluşur.Yaşamın ilk 5-6 yılının bu temeller üzerindeki etkisi büyüktür.Kişilik gelişimine yön veren itici güç cinsel dürtüdür. Freud’un cinsel dürtü ile ifade ettiği cinsel etkinlik isteği değildir.Cinsel dürtü,her türlü zevk içeren duyumları aramadır. Freud,bu dürtünün vücutta yarattığı enerjiyi libido olarak adlandırır.Kişilik gelişimi sürecinde libido vücudun farklı duyarlılık bölgelerinde yoğunlaşır.Eğer çocuk belli bir dönemi temsil eden vücut bölgesindeki zevkten mahrum edilirse ya da aşırı doyum sağlarsa libidonun bir kısmı o bölgede kalır.Bu duruma saplanma denir.Saplanma kişiliğin tam olarak gelişememesine ve belli kişilik özelliklerine yol açabilir.
1.Oral Dönem (0-18 ay)
Oral dönemde bebekler isteklerinin karşılanabilmesi için çevrelerindeki insanlara bağımlıdırlar.Cinsel dürtülerini emme ve yutma yollarıyla tatmin ederler.İlk dişlerin çıkmasıyla birlikte ısırma ve çiğneme eylemleri de tatmin sağlar.İki alt dönemden oluşur:
1.Oral Erotizm Dönemi,açlık gibi oral gerginliğe sebep olan durumların doyurulmasını amaçlar.Oral Erotizm bu dönemin ilk aylarında daha çok egemendir.
2.Oral Sadizm Dönemi,Oral dönemin son aylarında belirginleşir.Oral saldırganlık ısırma,tükürme ve ağlama tepkileriyle anlatım bulur.İnsanda var olan saldırganlık eğilimlerinin ilk belirtileridir.
Bu dönemde bebeğin başlıca ihtiyaçlarının doyurulduğu ağız bölgesinde algılanan bazı duyular şunlardır:Açlık,susuzluk,anne memesi ya da onun yerine geçen nesnenin oluşturduğu hoşlanma duygusu.Bebek başlangıçta kendi dudaklarıyla anne memesini birbirinden ayırt edemez.Aç kaldığı durumların sayısı arttıkça bu ayrımın farkına varır ve açlık duygusunu ortadan kaldıran objeyi aramaya başlar.Bebek,kendisiyle dış obje arasındaki sınır belirginleştikçe anneyi onu doyuran,meme emmenin verdiği hoşlanma duygusunu sağlayan kaynak olarak tanımlamaya başlar.Bu şekilde,anne bebek için ilk sevgi kaynağı olur.Bu noktada annenin rolü çok önemlidir.ihtiyaçları düzenli bir şekilde sevgiyle karşılanan bebek,dış dünyaya karşı güven duygusu oluşturmaya başlar.Bebeğin anneye geliştirdiği bağlılık yetişkinlik dönemindeki ilişkileri etkiler.

Freud’a göre,bu dönemde ihtiyaçları aşırı derecede doyurulan bebekler yetişkinlik dönemlerinde aşırı iyimser ve bağımlı yetişkinler olurlar.Bu tip insanlar diğerlerine karşı fazla beklentili olurlar,her yaptıklarının karşılığını almak isterler ve kendilerine olan saygılarını diğer insanların yargılarına göre şekillendirirler.Oral dönemlerinde ihtiyaçları yeterince karşılanmayan bebekler ise, yetişkin olduklarında kötümser ve saldırgan kişiler haline gelirler.
2. Anal Dönem (18 ay-3,5 yaş)
Bu dönemde çocuk, anüsü büzen kaslara giden sinirlerin olgunlaşması sonucu dışkının tutulması ya da boşaltılması işlevleri üzerinde denetim kurmayı öğrenir.Böylece,cinsel tatmin ağızdan anüse kayar ve çocuk anal bölgesinden haz duyar.
Tuvalet eğitiminin bu dönemde verilmeye başlanmasıyla birlikte çocuk,dışkıyı tutma ya da boşaltma konusunda anneyle ilk defa karşı karşıya gelir.Annenin denetiminden bağımsızlaşmanın ilk belirtileri gözlenir.Bu güç gösterilerinin sonucunda dışkı,çocuğun kızgınlık duygularını yansıtma aracı olur.
Anal dönemde tuvalet eğitiminin baskıcı yollarla verilmesi çocuğun ileriki dönemlerde olumsuz karakter özelikleri geliştirmesine sebep olur.Annenin anlayışsız tavırları sonucu dışkı boşaltmaya karşı korku geliştiren çocuklarda yetişkinlik dönemlerinde aşırı düzenlilik,katı görüşlülük,inatçılık ve cimrilik eğilimleri gözlenir.Cezalandırmalara ve utandırmalara maruz kalan çocuklarda öfke patlamaları yaşanabilir.Bu tip çocuklar ileride kendilerine zarar veren yetişkinler olabilirler.

3. Fallik Dönem ( 3-5 yaş)
Bu dönemde cinsel tatmin genital bölgeye kayar.
Bu dönemde çocuk karşı cinsten olan ebeveynine cinsel olarak bağlanır ve kendisine bir rakip olarak gördüğü aynı cinsten olan ebeveynine karşı korku ve kıskançlık duyguları besler. Freud erkek çocuklarda görülen bu sürece oedipus kompleksi, kız çocuklarında görülen haline ise elektra kompleksi adını vermiştir.
Bu dönemde her iki cinsten çocuğunda ilgi odağında erkek cinsel organı vardır.Kız çocuklar erkek cinsel organını gördüklerinde penise sahip olma arzusu ve bu eksikliğin sebep olduğu bir aşağılık duygusu yaşarlar. Freud buna penis kıskançlı der.Erkek çocuklar ise;babalarının annelerine karşı hissettikleri duyguları öğrenmesi durumunda kendilerini hadım edeceklerinden korkarlar.Bu korku kız kardeşlerinin cinsel organını gördüklerinde daha da pekişir.Kız kardeşinin cinsel organının kesildiği düşüncesi bu korkuyu arttırır (kastrasyon).
Erkek çocuğun geliştirdiği bu korku annesine karşı hissettiği cinsel duyguların önüne geçer ve oedipus kompleksinden sıyrılmasını sağlar.Böylece babasıyla özdeşim kurmayı başarır.Kız çocukların babalarıyla kurdukları yakınlık gizil döneme girilmesiyle birlikte azalır.Anne ile kendisini özdeşleştirmeye başlar.
Bu dönemde takılan çocuklar,ileride kibirli ve bencil yetişkinler olabilirler.Erkekler cinsel güçleriyle övünüp kadınları küçük görürken,kadınlar da baştan çıkarıcı olurlar.Ayrıca bu dönemde takılanlarda düşük benlik değeri,utangaçlık ve değersizlik duyguları görülür.
4. Gizil Dönem ( 5-6 yaş ile 12-13 yaş arası)
Fallik dönemin sonunda çocuğun kendi cinsinden olan ebeveyniyle kurduğu özdeşim kendi cinsiyetine ilişkin toplumsal rolünü güçlendirir.Erkek çocuklar erkeksi, kız çocuklar kadınsı özellikler kazanmaya başlarlar.Bu dönemde çocukların cinselliğe duyduğu ilgi azalır.Ayrıca çocuklar bu yaşlarda anne-babalarının değerleriyle süperego’larını geliştirirler.
Bu döneme takılan çocuklarda,içsel dürtülerin denetimini sağlayamama bu sebeple de enerjilerini öğrenme ve beceri geliştirmeye yöneltememe ya da aşırı bir denetim mekanizması geliştiren çocuklarda kişiliğin gelişim yolunun kapanması ve obsesif karakter yapısının yerleşmesi gibi durumlar görülür.

5.Genital Dönem
Ergenlik döneminde fizyolojik olgunluğa erişen erişen çocuklarda cinsel dürtüler yeniden uyanır.Bu durum önceki gelişim dönemlerinde yaşanan çatışmaların yeniden canlanmasına sebep olur.Bebeklik ve çocukluktan getirilen birçok doyurulmamış istek cinsel ilişki ile karşılanır.
Çocukluktan yetişkinliğe geçişte ergenin çözümlemesi gereken en önemli sorunlardan biri,bilinçdışındaki anne-baba kavramlarında yapmak zorunda olduğu değişikliktir.Çocuğun anne babasına karşı hissettiği her şeyi bilen,her şeyi yapabilen kişiler oldukları inancı sarsılır.Bu dönemde anne–baba , ergenin gözünde geçici bir süre için değerlerini yitirebilir. Ergenler onların yerine geçebilecek başka kişiler ararlar.Daha sonra ergen kendi kendine yetebilmeyi öğrenir.
Bu dönemde, önemli gelişim dönemlerinde yaşanan çatışmalara çözüm bulunamazsa,Bu yetişkin kişiliği üzerinde ciddi ve kalıcı izler bırakabilir.


CARL GUSTAV JUNG ( 1875-1961 )

Yaşam Dönemleri

Jung’ a göre insan yaşamı dört aşamadan geçer.

1.Çocukluk
Bu dönem doğumdan ergenliğe dek sürer.Çocuk bilinçlidir ama algıları henüz örgütlenmemiştir.Bundan dolayı içgüdülerinin doğrultusunda yaşarlar,anne ve babalarına aşırı bağımlıdırlar.Bu dönemde çocuğun ayrı bir kimliği yoktur,psişesi anne-babasının psişe’lerinin yansımalarından oluşur.Bu nedenle anne-babalarının ruhsal sorunları çocuğa yansır.
Çocuk okula başlamasıyla birlikte anne ve babasından uzaklaşmaya başlar.Bu dönemde anne ve babanın aşırı koruyucu tutumlarına devam etmesi çocuğun bireyselleşmesini engelleyebilir.
Ayrıca,anne ve babanın kendi kişiliğini çocuğa zorla kabul ettirmeye çalışması ya da kendisinde eksik bulduğu yönleri çocuğun geliştirmesini beklemesi bireyselleşmeyi etkileyen diğer unsurlardır.

2.Gençlik ve Genç Yetişkinlik

3.Orta Yaş

4.Yaşlılık

Jung,anima ve animus arketipleriyle de kişilik gelişiminde anne-baba etkisini vurgulamıştır.Jung’a göre erkekteki kadınsı yön olan animanın çocuğa ilk yansıdığı kişi annesidir.Kız çocuğun da kişiliğinin erkeksi yönü olan animusunun yansığı ilk kişi babasıdır.Bu arketipler duygusal ilişkilerin sürdürülmesi sürecinde ve eş seçiminde kişilere rehberlik ederler.


ALFRED ADLER ( 1870-1937 )
Adler de Freud gibi çocukluğun ilk yıllarının kişiliğin gelişiminde şekillendirici bir etkisi olduğunu savunmuştur.Yalnız Adler biyolojik etkilerden çok sosyal etkiler üzerinde durur,özellikle de anne baba etkisini vurgular.
Anne-Baba-Çocuk ilişkisini incelerken Adler,şımartılmış çocuk ve sevilmeyen çocuk kavramları üzerinde durur.Bu iki davranış biçimi de çocuğun ileriki yıllarda kişilik sorunu yaşamasına sebep olur.
Her isteği karşılanmış şımartılmış çocuk,kendisini diğer çocuklardan üstün görmeye başlar ve her türlü ihtiyacının hemen karşılanacağı beklentisini geliştirir.Anne babaların çocuklara karşı duydukları hayranlık duygularını fazla ifade etmeleri,çocukların kendilerini büyük görmelerine sebep olur.Aslına bakılırsa,ilgiye ve sevgiye bağımlı yetişmeleri çoğalan bir aşağılık duygusu yaratır.
Bu tür çocuklar birer yetişkin olduklarında,kendilerinin bir katkısı olmadan da toplumun kendilerine bir yaşam sağlamakla yükümlü olduğuna inanırlar.Bunun sonucu olarak da toplumun vermediği hakları kendilerine tanırlar.Adler,suç işleyen kişilerin çoğunun çocukluk yıllarında şımartılmış kişiler olduğunu söyler.
Bir diğer hatalı anne-baba yaklaşımı ise,çocuğun ihmal edilmesine dayanır.Büyüme sürecinde anne-babadan beklediği ilgiyi göremeyen çocuklar sevilmediklerini düşünürler.Sevilmeyen çocuk olma durumu ise onları soğuk ve şüpheci yapar.Bu tür çocuklar yetişkin olduklarında sıcak insani ilişkiler kurmakta zorlanırlar.İnsanların sürekli kendisine karşı olduğuna inandığı için haklarını savaşarak alma alışkanlığı geliştirirler.Bu tür insanlarla yaşamak oldukça güçtür.
Sağlıklı anne-baba tutumunda ise çocuğa daima sevgi verilir.Çocuk,aşağılık duygularından sıyrılıp kendine güveni kazanabilmesi için desteklenir.Çocuğa ne çok ne de az yardım edilir,aşırı davranışlarına anlayışla yaklaşılır,bu tür davranışlar yumuşak ve olumlu tepkilerle düzeltilir.Böyle bir ortamda çocuk samimi kendine güvenen ve sosyal bir birey olarak yetişir.

Doğum Sırası
Adler’e göre kişilik gelişimini etkileyen bir diğer unsur da doğum sırasıdır.Adler araştırmaları sonucunda,çocuğun aile içindeki yerinden ötürü en büyük,ortanca ve en küçük çocuğun farklı sosyal deneyimler yaşadıklarını,bunun sonucu olarak farklı kişiliklere sahip olduklarını öne sürmüştür.
İlk çocuklar doğumdan itibaren çevrelerinin ilgi merkeziyken yeni gelen kardeş bu durumun bir anda bozulmasına sebep olur.Artık anne ve babasının ilgisini kardeşiyle paylaşmak zorundadır.Böylece ilk doğan çocuğun aşağılık duyguları güçlenir.Buna ek olarak,yaşından dolayı anne-baba büyük çocuklardan diğer çocuklara oranla daha fazla sorumluluk üstlenmesini bekler ve en çok onlar eleştirilirler.Bunların sonucu olarak,ilk çocuklar yetişkinliklerinde otoriteden ve sahip oldukları durumları başkalarına kaptırmaktan korkabilirler.Adler,sorunlu çocukların,suçluların ve sapıkların çoğunlukla ilk doğan çocuklardan olduğunu ileri sürmüştür.
Ortanca çocuk,kendisinden büyük ve küçük kardeşleriyle sürekli yarış içindedir.Ağabeyi ya da ablası kadar güçlü,hızlı ya da akıllı değildir; kendinden küçük kardeşi gibi ilgi merkezinde de değildir.Bu sebeplerle ortanca çocuklar iki taraflı bir rekabet duygusu yaşarlar.Bunun sonucunda diğer kardeşleri kadar yetenekli olmadığı inancını geliştirebilir ve yaşıtları ile ilişkilerinde sürekli yarışır konumdadırlar.Okul ya da iş hayatlarında kendilerinden öndeki insanlara bakıp,aralarındaki farkı kapatmak için daha çaba gösterirler.Böylece başarılı insanlar olabilecekleri gibi yenilgiyi kolay kabul eden karamsar kişiler de olabilirler.
En küçük çocuklar,çoğunlukla ailenin tüm üyeleri tarafından şımartılırlar. Ancak Adler bu özel muamelenin kişilik gelişiminde olumsuz etkileri olduğunu söyler.şımarık bir çocuk bağımlıdır ve başkasının yardımı olmadan kendi kararlarını verme yeteneğinden yoksundur.Aşırı ilgi sonucunda ben-merkezci tutumlar geliştiren en küçük çocuklar,kendisinden daha güçlü ve yetenekli gördüğü kardeşlerinin varlığından kaynaklanan bir aşağılık duygusu geliştirebilirler.
Adler,yalnız başına büyüyen tek çocuklarında kişilik gelişimi üzerinde durmuştur.Bu tür çocuklar toplumsal davranışların gelişmesi için gerekli olan alışveriş ortamından yoksundurlar.Çoğu kez,anne ve babası tarafından aşırı korunduğu ve şımartıldığı için ileriki yaşlarında da çevresindekilerden benzer tutumlar beklerler.


KAREN HORNEY ( 1885-1952 )
Horney de Freud gibi kişiliğin ilk çocukluk yıllarında geliştiğini söyler ama buna ömür boyunca değişebileceğini de ekler.
Horney’e göre,çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirebilmesi için yetiştiği ortamın ona sevgi,destek ve anlayış verebilmesi gerekir.Çocuk ancak böyle bir ortamda aşması gereken evreleri aşarak kendi kimliğini geliştirir ve toplumdaki yerini belirler. Horney, bu doğal gelişimin engellenmesi sonucunda anksiyetenin oluşacağını belirtir.Özellikle kaygı duygusunu güçlendiren ailelerde çocuklar,boyun eğme ve karşı gelme tutumları arasında temel anksiyeteyi ve yaşam boyu sürecek bir güvensizlik duygusunu oluştururlar.Temel anksiyete, çocukların ileriki yaşlarında nevrotik çatışmalar yaşamasına sebep olur. Horney nevrozlu insanların kaygı arttırıcı deneyimlerden kaçınma çabalarını üçe ayırır.Bunlar:İnsanlara Doğru Yönelmek, İnsanlara Karşı Hareket Etmek ve İnsanlardan Uzaklaşmak’tır.

1.İnsanlara Doğru Yönelmek
Aşırı korunan çocuklar sevgiyi,anne-babalarına koşulsuz bir bağlılık gösterdiklerinde bulabilirler.Bu çocuklar,çaresizliklerini kabul ederek;sevgi kaynağının kaybolacağına dair geliştirdikleri kaygıyla başa çıkabilirler.Sürekli olarak sevgi ve kabul görmek isterler,bunun karşılığı olarak da kendi kişilik haklarından vazgeçmeyi bile göze alırlar.Bu tür insanlar yetişkin olduklarında da sevilme,korunma,kayırılma ihtiyaçlarını karşılayabilmek için insanlarla her türlü sürtüşme ve çatışmadan kaçınarak onları hoş tutmaya çalışırlar.

2.İnsanlara Karşı Hareket Etmek
Saldırgan tutumların sergilendiği bir ortamda büyüyen çocuklar dışlanarak,sevgiden mahrum bırakılarak yetiştirilirler.Bunun sonucunda da çocuk kendini koruma ve kaygıyla başa çıkma yolu olarak saldırganlığı benimserler.Böyle bir insanın davranışlarına,diğer insanlarla sürtüşme ve yarışma eğilimleri hakimdir.Yetersizlik ve güvensizlik duygularını yaşıtlarını ezerek tatmin ederler.
Bu tür çocuklar birer yetişkin olduklarında,diğer insanları denetim ve egemenlik altına alma onları kendi çıkarları için sömürme ya da küçük düşürme eğiliminde olurlar.

3.İnsanlardan Uzaklaşmak

Bazı çocuklar kaygılarıyla başa çıkabilmek adına insanlardan uzaklaşmayı tercih ederler.Başka insanlara bağımlı ya da onlarla düşmanca bir etkileşim içinde olmak yerine hiç kimseyle ilişki kurmazlar.Bu tür çocuklarda kendini saklama ve kendine yetebilme duyguları çok baskındır.
Yetişkin olduklarında da diğer insanlarla daha az iletişime girecekleri ortamları tercih ederler.Çocukluklarında yaşadıkları kaygı yaratıcı ilişkiler yetişkin olduklarında insanlarla samimi ilişkiler kuramamalarına sebep olur.


ERIC ERICSON ( 1902-1994 )

Ericson Freud’un gelişim kuramında değişiklikler yapmıştır.Kişiliği etkileyen unsurlara toplumsal etkileri de eklemiştir. Freud’un kişiliğin büyük bir kısmının yaşamın ilk yıllarında şekillendiği fikrine karşı çıkmış ve şunları eklemiştir:
“Eğer her şey çocukluk dönemiyle açıklanırsa, o zaman her şey bir başkasının kusuru olarak değerlendirilir ve insanın kendi sorumluluğunu üstlenme gücüne duyulan güven küçümsenmiş olur.” (syf.101.Geçtan,E.,Psikanaliz ve Sonrası)
Ericson,kişilik gelişiminin kişinin yaşamı boyunca sürdüğü düşüncesindedir.

Psikososyal Aşamalar
Ericson yaşamı her biri çözümlenmesi gereken bir çatışma veya kriz içeren sekiz psikososyal aşamaya ayırmıştır.Sosyal ve fiziksel çevreler yeni taleplerde bulunduğu için bu çatışmalar her bir gelişim aşamasında ortaya çıkar.Ericson bunlara “bunalım” der.”Bunalım” terimi bir felaket unsuru değil;artan bir yararlanabilirlik anlamına gelir.Kişi bu bunalımlar sayesinde potansiyelini geliştirerek bir sonraki psikososyal aşamaya geçer.
Ericson’un psikososyal aşamalarının ilk beşi, Freud’un gelişi dönemleriyle paralellik gösterir.

1.Güvene Karşı Güvensizlik ( 0-1 yaş )
Bebekler doğumdan sonraki ilk yıllarda çevrelerindeki insanlara bağımlı bir yaşam sürerler. Ericson bu dönemde bebeklerin,anne-balarına,kendilerine ve çevrelerine karşı temel bir güven duygusundan ya da güvensizlik duygusundan kaynaklanan bir bunalımla karşılaştıklarını varsaymaktadır.Her iki durumun yaşattığı bunalım sonraki gelişim aşamasında etkilidir.
Annenin bebeğin yakınında olup ihtiyaçlarını sevgiyle karşılaması bebekte güven duygusu oluşturur;karşılanmayan ihtiyaçlar ise güvensizlik oranını belirler. Gereksinimleri karşılanan bebekler temel güven duygusu geliştirerek çevrelerine ve kendilerine güvenirler.Bu güven,çevrenin olumlu duygularla algılanmasına,geleceğe ve insanlara umut dolu bakılmasını sağlar.
Gereksinimleri karşılanmayan engellenmiş bebekler ise,temel güvensizlik duygusu geliştirerek kendilerini “istenmeyen” olarak algılarlar.Böyle bebekler kuşkulu,korkulu ve güvensiz olurlar.

2.Özerkliğe Karşı Utanç Ve Kuşku ( 1-3 yaş )
Yaşamlarının ikinci yılından sonra çocuklar,bağımsızlıklarını kazanmaya ve kendi başlarına çevrelerini keşfetmeye yarayacak beceriler geliştirmeye başlarlar.Yürümeyi,tutunmayı ve tuvalet ihtiyaçlarını kontrol etmeyi öğrenirler.
Bu aşamada çocuklar ya bağımsızlık ve kendine güven duygusunun ya da utanç ve kuşku duygusunun doruğa çıktığı bir bunalım yaşarlar.Bu dönemde çocukların istekleriyle anne-babaların istekleri çatışabilir.Eğer anne-babalar çocuklarına yeteneklerini ve davranışlarını yönetme olanağı verir ve onlara rehberlik yaparlarsa çocuklar sağlıklı bir özerklik duygusu geliştirirler.Bu tutum yerine çocuklarını baskı ile ve utandırarak itaat etmeye zorlarlarsa çocuklar kendilerinden kuşku duymaya,kendilerini karar vermede ve davranışlarını yönetmede yetersiz hissetmeye ve uzun süreler kendilerini engelleyecek bir utanç duygusu geliştirmeye başlarlar.

3.Girişkenliğe Karşı Suçluluk Duygusu ( 3-6 yaş )
Bu dönemde çocuklar diğer çocuklarla iletişim kurarak sosyal dünyalarını genişletirler.Kendi başlarına bir şeyler yapmaya,dili daha iyi kavramaya,kardeşleriyle ve yaşıtlarıyla ilişkilerinde denetimi ellerine almaya başlarlar.Bu dönemdeki çocuklar doyurulamaz bir merak,enerji ve etkinlikle dikkatleri çekerler.
Anne ve baba çocuğu bu meraklı girişimlerinde destekler ve cesaretlendirirse çocuk sağlıklı bir girişkenlik duygusu geliştirir.Öte yandan anne babalar kısıtlayıcı ve denetleyici bir tutum sergilerlerse,çocuk suçluluk duygusu ve onu sonraki gelişim aşamalarında da etkileyecek,engelleyecek bir aşağılık duygusu geliştirir.


4.Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu ( 6-12 yaş )
Ergenliğe kadar süren bu dönemde çocuklar evde ve okulda yeni beklentilerle karşılaşırlar.Yetişkin olabilmeleri için kişisel bakım,üretici çalışma ve bağımsız bir sosyal yaşam sürdürme gibi becerileri öğrenmek zorundadırlar.
Eğer çocuklar bu becerilerini geliştirmeye özendirilir ve başarılı olurlarsa,yeterlik duyguları gelişir ve toplumda aktif ve başarılı bir birey olma yolundaki ilk adımlarını atmış olurlar

Çocuklar bu dönemde bireysel başarısızlık yaşarsa ya da anne babalarıyla olan ilişkilerinde veya okul hayatında olumsuz tepkilerle karşılaşırlarsa yetersizlik duygusu oluşur.Bu yüzden de ileriki dönemlerde üretken ve mutlu olma olasılıkları azalır.
Çocuğun bu dönemde,ergenlik dönemi bunalımına girmeden önce başarma duygusu kazanması,kendi yeteneğine ve gücüne ilişkin bir inanç geliştirmesi gerekir.

5.Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Kargaşası ( 12-18 yaş )
Yetişkin olma sorumluluğunun alındığı ergenlik döneminde kritik sorun,kişinin kimliğini bulmasıdır. Ericson’a göre kimlik,kişinin öğrenci,kardeş,arkadaş gibi farklı rolleri içsel bir devamlılık veya aynılık duygusu veren tutarlı bir örüntü içinde bütünleştirebilmesidir.
Kimlik duygusu geliştirmede başarılı olanlar,kişisel değerleri ve dinel inançları konusunda sağlam kararlar verirler.Bu dönemde kimlik duygusu geliştiremeyen ergenler rol kargaşası yaşarlar ve bu durum umutsuzluğa sürüklenmelerine sebep olur.Bu noktada ailenin desteğine ve anlayışına ihtiyaç duyarlar.

6.Yakınlık Kurmaya Karşı Soyutlanma ( 20’li ve 30’lu yaşlar )

7.Üretkenliğe Karşı Durgunluk ( 40’lı ve 50’li yaşlar)

8.Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk ( 60’lı yaşlar ve üstü )

HARRY STACK SULLIVAN ( 1892-1949 )

Sullivan,kişilik gelişiminde kaygının belirleyici olduğunu savunanlardandır.Ona göre kaygı,Freud’un dediği gibi içgüdüsel sebeplere dayanmaz,ilişkilerde yaşanan güvensizlik duygusunun sonucunda oluşur.
Kaygı yaşamın ilk yıllarında aile içi ilişkilerde öğrenilir.Bebekleriyle iletişim kurarken gerginlik yaşayan anneler , bu kaygılarını bebeğe de yansıtırlar.Başlangıçta çocuklar kaygıya karşı savunmasızdırlar;sonraları bu kaygıyı azaltacak teknikleri öğrenmeye başlarlar.Bu yöntemlerden biri seçici dikkatsizliktir.Seçici dikkatsizlik,çocukların ve yetişkinlerin kaygı yaratıcı uyaranları görmezden gelip reddetmelerini sağlar.

Gelişim Evreleri

1.Bebeklik
2.Çocukluk
3.İlk Gençlik
4.Ön Ergenlik
5.Erken Ergenlik
6.Geç Ergenlik
7.Yetişkinlik

Sullivan’a göre bebeğin gelişiminde annenin etkisi ilk evrede başlar.Bebeğin doğumundan konuşmaya başladığı döneme kadar süren bu aşamada emzirilme olayı bebeğin ilk ilişki yaşantısını sağlar ve bebek anne memesine dair bir takım duygular geliştirir:
İyi meme, doyum sağlayan memedir, bebekte olumlu duygular uyandırır; gereksiz meme, bebeğin açlık hissetmediği durumlarda emzirildiğinde oluşan duygudur; yanlış meme, bebek emzirilirken istediği doyumu sağlayamadığında ortaya çıkan duygudur; süt vermeyen meme de engelleyici bir nesne olarak algılanır bu da kötü memedir. Emzirme anneyle bebek arasındaki duygu alışverişini de sağlar.Bu yüzden anksiyeteli bir anne bu duygularını bebeğine yansıtabilir. Bunun sonunda bebekte bir kaçınma tepkisi oluşur.
Sullivan bir insanın temel kişilik özelliklerinin yaşamın ilk yıllarında belirlendiği görüşüne karşı çıkar.Birçok önemli davranışın sonradan oluştuğu görüşünü savunur. Bu oluşumda da ergenlik döneminin önemi üzerinde durur.
Bu dönemde anne ve babanın çocuklarıyla dalga geçmeleri, onları engellemeye çalışmaları ergen ve ebeveyni arasında çatışmalara sebep olur. Bu çatışmalar ergenin hassaslaşmış kendilik imgesini daha da incitir.


NESNE İLİŞKİLERİ KURAMI VE BAĞLANMA KURAMI
Freud ve yeni Freudcu’ların ardından yirminci yüzyılda Psikanalitik yaklaşımın kişilik kuramını genişleten psikologlara,nesne ilişkileri kuramcıları adı verilir.Bu psikologlardan bazıları: Melanie Klein,Margaret Mahler ve Heinz Kohut’dur.
Nesne ilişkileri kuramcıları da kişilik gelişiminde bebeklik ve erken çocukluk deneyimlerinin önemini vurgularlar.Ancak,Freud’un tanımladığı iç çatışmalar ve dürtüler yerine,çocuğun yaşamında önemli yeri olan kişiler ve bu kişilerle kurulan ilişkilere dikkat çekerler.Buna ek olarak,çocuğun çevresindeki önemli nesnelerin yansımalarını bilinçaltına yerleştirerek,gerçek nesnelerin yokluğunda çocuğun bilinçaltındaki yansımalarla bu boşluğu doldurduğunu savunurlar.Bu,imgeleri içselleştirme yetisi,önemlidir;çünkü çocuğun anne-baba imgelerini içselleştirme tarzı,yetişkin olduğunda ilişkilerindeki tutumunu belirleyen başlıca etkendir.
Anne-baba nesnelerinin içselleştirilmesi Bağlanma Kuramının önemini vurgular. Bowlby,çocuğun kişiler arası ilişkiler için oluşturduğu bilinç altındaki modellerin önemi üzerinde durur.Kişi,bebeklik ve çocukluk dönemindeki ilişkilerinde sevgi ve güven gördüyse kendini sevilmeye değer bir insan olarak görür.Çocuğun bağlanma ihtiyacı karşılanmadıysa çocuk kendine güvenemez ve sevilmediğini düşünür.
Bowlby,istenmeyen bir çocuğun sadece anne-babası tarafından değil,hiç kimse tarafından değil hiç kimse tarafından istenmediğine inanacağını söyler. Bu nedenle bizi yetiştiren insanlarla olan ilişkilerimiz kişiliğimizin oluşumunda büyük ölçüde etkilidir.
Bağlanma Kuramı psikologlarından Ainsworth ve arkadaşları anne-çocuk ilişkileri üzerine yaptıkları araştırmalar sonucunda üç tür ilişki tipi belirlemişlerdir.Çocuklarda gözlenen güvenli,kaçınmacı,kaygılı-kararsız ilişki tarzları bu çocuklar birer yetişkin olduklarında ve romantik ilişkilere girdiklerinde etkisini göstermiştir.
Güvenli anne-çocuk ilişkisinde anne ve bebek arasında sıcak bir duygusal bağ oluşur.Anne çocuğuna karşı ilgili ve duyarlıdır.Çocuk annesine karşı güven duyguları geliştirir ve annesinin yanında olmadığı zamanlarda korkuya kapılmaz,annenin bir süre sonra geleceğine dair bir inanç geliştirir.Anneye güvenen çocuklar mutlu ve özgüven sahibi olma eğilimindedirler.
Bu tür çocuklar yetişkin olduklarında başkalarına yaklaşmakta,güvenmekte ve karşı cinsten olan biriyle ilişkiye girmekte zorluk çekmezler.Güvenli bağlanma tarzı olan insanların kişisel bilgilerini paylaşma eğilimleri yüksektir.Bu da ilişkilerinde samimi olmalarını sağlar.Ayrıca yaşadıkları ilişkileri sevgi,bağlılık ve güven hakimdir.

Kaygılı-Kararsız ilişki türünde ise,anne çocuğun ihtiyaçlarına karşı duyarsızdır, çocuğuyla fazla ilgilenmez.Anneye karşı güven duygusu geliştiremeyen çocuklar annenin yanlarında olmadığı zamanlarda korkarak ağlamaya başlarlar
Bu tür çocuklar yetişkin olduklarında yaşadıkları ilişkilerden tatmin olamazlar, karşılarındaki insanlara karşı sürekli bir beklenti içine girebilirler.Kaygılı-kararsız bağlanma tipindeki yetişkinler eşlerinin sevgisinden emin olamazlar,aşırı dozda bir terk edilme korkusuyla karamsarlığa düşerler.Bu tür yetişkinlerin kendilerine karşılık vermeyen kişilere aşık olma olasılıkları daha yüksektir.

Kaçınmacı ilişki türünde de anne çocuğa karşı yeterince ilgili ve duyarlı değildir. Çocuk bu tavra karşı tepkisini anneye uzak davranarak gösterir.Çocukla anne arasında duygusal bir kopukluk yaşanır.Bu tür çocuklar annelerinin yanlarında olmadığı zamanlarda kaygılanmaz,anne döndüğünde de ona fazla ilgi göstermez.
Bu tür çocuklar yetişkin olduklarında çevrelerindeki insanlara şüpheyle yaklaşırlar,insanlarla yakınlaşmaktan korkarlar.Eşleriyle olan ilişkilerinde yakınlık korkusu ve kıskançlık duygusu yaşarlar.Ayrılmanın kaçınılmaz olduğunu düşünerek böyle bir durumu yaşamamak adına duygusal bir bağlanmaya girmek istemezler.

KAYNAKLAR

-Aydın,B. (2005). Çocuk ve Ergen Psikolojisi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
-Burger, J.M. (2006). (Çeviri) Kişilik. İstanbul: Kaknüs Yayınları.
-Gander, M.J., ve Gardiner, H.W. (2004). (Çeviri) Çocuk ve Ergen Gelişimi. İstanbul: İmge Kitabevi.
-Geçtan, E. (2002). Psikanaliz ve Sonrası. İstanbul: Metis Yayınları.
-Morris, C.G. (2002). (Çeviri) Psikolojiyi Anlamak. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.
-Schultz, D.P., ve Schultz, S.E. (2002). (Çeviri) Modern Psikoloji Tarihi. İstanbul: Kaknüs Yayınları.
Yazan
Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir:
"Ebeveyn Tutumlarının Kişilik Gelişimine Etkisi" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Psk.Ebrar YENİCE KANIK'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.
Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Psk.Ebrar YENİCE KANIK'ın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.
     4 Beğeni    
Facebook'ta paylaş Twitter'da paylaş Linkin'de paylaş Pinterest'de paylaş Epostayla Paylaş
Makale Kütüphanemizden
İlgili Makaleler Psk.Ebrar YENİCE KANIK'ın Makaleleri
► Ebeveyn Tutumlarının Etkisi Psk.Dnş.Yasemin ŞAHİN
TavsiyeEdiyorum.com Bilimsel Makaleler Kütüphanemizdeki 19,973 uzman makalesi arasında 'Ebeveyn Tutumlarının Kişilik Gelişimine Etkisi' başlığıyla benzeşen toplam 14 makaleden bu yazıyla en ilgili görülenleri yukarıda listelenmiştir.
► Şema Terapi Yaklaşımı Aralık 2016
Sitemizde yer alan döküman ve yazılar uzman üyelerimiz tarafından hazırlanmış ve pek çoğu bilimsel düzeyde yapılmış çalışmalar olduğundan güvenilir mahiyette eserlerdir. Bununla birlikte TavsiyeEdiyorum.com sitesi ve çalışma sahipleri, yazıların içerdiği bilgilerin güvenilirliği veya güncelliği konusunda hukuki bir güvence vermezler. Sitemizde yayınlanan yazılar bilgi amaçlı kaleme alınmış ve profesyonellere yönelik olarak hazırlanmıştır. Site ziyaretçilerimizin o meslekle ilgili bir uzmanla görüşmeden, yazı içindeki bilgileri kendi başlarına kullanmamaları gerekmektedir. Yazıların telif hakkı tamamen yazarlarına aittir, eserler sahiplerinin muvaffakatı olmadan hiçbir suretle çoğaltılamaz, başka bir yerde kullanılamaz, kopyala yapıştır yöntemiyle başka mecralara aktarılamaz. Sitemizde yer alan herhangi bir yazı başkasına ait telif haklarını ihlal ediyor, intihal içeriyor veya yazarın mensubu bulunduğu mesleğin meslek için etik kurallarına aykırılıklar taşıyorsa, yazının kaldırılabilmesi için site yönetimimize bilgi verilmelidir.


20:18
Top